EBRUNAME
Ebrudaki görünen şu nukûşâta iyi bak,
Şuunât-ı ilâhîdir sıfatından ayan Hak
Nakş-ı sun'un pertevinden Hubb-u Rahman âşikâr,
Rûyetullah sırrıdır bu müsemmâdır her varak.
Zan etme ki bu eşkâlin hâlikıyız senle ben,
Gafil olup şirke dalma bir fâildir iş gören,
Fırça, çanak, boya, tekne vâsıtadır bilmiş ol,
Hep suver-i ilmiyyedir mezâhirde görünen.
Türlü türlü şekillerle arz-ı dîdâr eyleyen,
Kitâb, levha, sâir eşya zeyn-i envâr eyleyen,
Şuh ve câzip hatlarıyla kalb-i insan zevkiyâb,
Saltanat-ı ebrûdur bu aşk-ı izhar eyleyen.
Onaltıncı yüzyılında Turan ebru mebdei,
Orda zâhir olmuş amma burda bulmuş neş'eyi,
Yüce Türkler ülkesinde kemâl bulmuş bu hüner,
Rabbim dâim hıfz eylesin ebrû yapan zümreyi.
Ebru demek ebir demek yâni gökteki bulut,
Ab-ı rû da tutar mânâ su yüzüdür et şuhût,
Bir kelâm-ı farisîdir ebrû insan kaşları,
Her tevcihe sezâdır kim mânâsı da pek velût.
Kadîm ecdât yâdigarı müzeyyen bir san'âttır,
Tabiatten mülhem olan bu nakışlar mir'âttir,
Sâni-i Hak sun'undan hep kendi kendin seyreder
Nakış nakkaş şey-i vâhit bir vahdeti hikmettir.
Bu meslekte çok ustalar emek verip yetişmiş,
Biz yetiştik zevâline hepsi Hakka göç etmiş,
Büyük üstat Özbek Şeyhi Ethem Kâmi Efendi,
Hezar-fen, pür mârifet bu san'âtta pîr imiş.
Son zamanlar şems-i ebru gurub etmiş nâgihân,
San'atkârı kalmamış hiç, ne de işten anlayan,
Bir er çıkmış Üsküdar'dan ihyâ etmiş bu zevki,
İsmi hattât Necmeddin'dir tek üstatdır bu zaman.
Üstadımız Necmi Molla çığır açmış bu işte,
Azimkârdır, muktedirdir anlayışta sezişte,
Lâle sünbül karanfille bezendirmiş ebruyu,
Tâlim etmiş tâliplere zevâl yok bu gidişte.
Destizenkte ezilir hep renkli cism-i boyalar,
Sarı zırnık inatçıdır ebrucuyu oyalar,
Zırnık, lâhur, gül bahar, al ebruda hep esastır,
Bu dört renkle çok renk olur bu cümbüşte neler var.
Bu çeşitli boyaların cilvegâhı teknedir,
Rahm-i mâder gibi sanki reng-i vusla teşnedir,
Tekne içre kitre mahlûl bekler sırr-ı fıtratı,
Bazen tutar bazen tutmaz bir acâyip nesnedir.
Ayrı ayrı çanaklarda boyaların kıvamı,
Su, öd ile ayarlanır başlar işin devamı,
Kitreli su üzerine fırçalarla boyalar,
Serpilerek nakşedilir kâğda çıkar tamamı.
Târif gerçi kolay amma tatbikatta güçlük var,
Tecrübesiz yapılırsa insân olur bî karar,
Görünüşe aldanıp da çok kolaymış deme sen,
Bir ihtisas işidir bu âşık olan er yapar.
Mütenevvî şekillidir ebrûların sureti,
Battal, hatip, taramayla gör âsâr-ı kudreti,
Karanfille lâle sünbül papatyayla menekşe,
Taraklı da tezyin eder bu elvân-ı kesreti.
Ebru yapan seyredende gam kasâvet bulunmaz,
Gönülleri tenşit eder zevkle doyum olunmaz,
Yapan hayran, bakan hayran, alan, satan hep ayran,
Bu ebrudan zevk almayan ebrucuya yâr olmaz.
Nazar kıldık kâinata baktım mutlak ebruya,
Vech-i yâri âyan gördüm salât ettim bu Ru'ya,
Kenz-i mahfi tezâhürü aşk-ı Hüdâ nümâyan
Ebru görüp Allah dedim irdim kalbi duyguya.
Bî hududu zevk-i elvan ebruculuk san'âti,
Erbâbının nazarında çoktur onun kıymeti,
Her varakta sırr-ı cemâl âşikârdır zahidâ,
Bu ebrûlar, bu safâlar hepsi aşkın hikmeti.
Ben ebrûya âşık oldum düştüm onun peşine,
Leylâ gibi nazlar etti yaramadı işime,
Bir aralık isyan ettim görmedim hiç iltifat,
İnsaf edip yüzün güldü işler açtı başıma.
Besmeleyle tezgâh açıp ebru yapan kişiyiz,
Fırça ile su üstünde hüner satan kişiyiz,
Üstadımız Özbek Şeyhi hem Necmeddin hocadır,
Büyüklere boyun kesip Hakka tapan kişiyiz.
Ey Mustafa nakş-ı sevda sana neler öğretti,
Derûnunda duran nakkaş "Eynemâ"yı öğretti,
Bab-ı ebrû rehnümadır vech- bâkî fehmine,
Ârif olan bu ezharı bir noktadan seyretti.
Mustafa Düzgünman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder